Gölgede Büyüyen Omurga
- Deniz Aşık

- 6 gün önce
- 1 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 8 dakika önce
Dışarıda deli yağmur.
Başladı ovanın musonları;
bazen günlerce dinmeyen bir gökyüzü inadı…
Ev karanlık.
Işıkları hep açık bırakıyorum,
güneşi unutmamak için.
Yabana göçeli oldu sana iki yıl;
İçimde tuhaf bir ferahlık.
Kafamın içi bir çorba,
fikirler birbirini itip kakıyor.
Bu kış bakalım şiirler nasıl?
Belki delirtecek kadar yoğun,
Belki de kırıp geçecek kadar berrak…
Her iki ihtimal de aynı kapıya çıkıyor:
kendine dönüşün keskin eşiği.
Yalnızlık artık bir boşluk değil;
kendi kendine çoğalan bir gezegen.
Tek başına uyumanın o asil, ağır,
duvara çarpmayan sessizliği…
Hiçbir nefese değişmem.
İçimde yavaş yavaş kurulan bir koloni:
kendi yankısından beslenen bir varoluş.
Ve bütün bu sessizlik,
bütün bu yağmur,
bütün bu iç uğultu
beni hikâyenin en eski kapısına geri çağırıyor.
Naber İstanbul,
sen ki insanın zihnini, gururunu, kokusunu
aynı dar sokakta birbirine çarpan
o kadim labirent.
Bende bıraktığın gölge artık bir şehir değil;
zamana verdiğim sınavın solgun kalıntısı.
Zamanın garip bir adaleti varmış:
Önce beni parçalara ayırdı,
sonra o parçaların çığlığını
tek bir bilince çevirdi.
Sanki içimde görünmez bir nota
uzun uzun tutuldu…
Geçenlerde fark ettim:
İnsan, kendi kendine söylenmiş en eski yalandır
ve o yalanı çıplak elleriyle parçalamadıkça
hiçbir yer açılmaz,
özgürlük sadece bir söylenti olarak kalır.
Artık ne çulsuz, ne de aşçı parçasıyım.
Birinin ağzından düşen o ucuz iki kelimenin
bende bıraktığı yarık
şimdi kendime açtığım yepyeni bir kapıya dönüştü.
Tanımı hiçbir dile sığmayan bir gerçekliğe
sessizce, inatla sızıyorum:
gölgede büyüyen ama gölgeye boyun eğmeyen,
biçimi olmayan bir iç-ışık,
henüz adını koyamadığım bir omurga.
Penceremde gürültü yok;
içimde insan sesi değmemiş
eski bir bahçenin kuşları
yorgun bir sabahın göğsünü yırtar gibi ötüyor...