top of page

ANTIDISCIPLINARY ARTIST DIARY

Yarı Bilim, Yarı İlim

  • Yazarın fotoğrafı: Deniz Aşık
    Deniz Aşık
  • 2 Şub
  • 1 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 9 Şub

Ömrün köpüklü, tortun dibe çökmüş.

Zaman, Rolex’in kolunda donmuş.

Altın bir çakmak, avuç içinde ağır.

Sönmüş bir ışık, kaybolmuş ateş.

Sarı metalin içinde küllerinden mi doğacak?

Yanlış yerden yanmayı bekleyen bir kıvılcım,

hiçbir rüzgârla tutuşmaz.


İç içe kıvrılmış anlar.

Bekledim seni,

arzunun bir şekle bürünmesini,

etin içine ruh üflemeni...

Sen boşluğa bakarken, ben taştım,

kendi ağırlığıma gömüldüm.

Eski ben, kiloların altında bir mezar taşı.


Yıkanmamış arzuların arasında,

arınmayı bilmeyen bir tenle,

her seferinde biraz daha uzaklaştım.

Sen bilmezsin nasıl boşalır beden,

ben öğrendikçe daha da taştım.


Gömdükçe yittin,

yittikçe daha çok istedin.

Ama içi boş bir kabuk,

nasıl taşır aşkın ağırlığını?


Aynı yatakta iki isim fısıldadın.

Biri madde, biri tutku.

Ama tutku açtır gülüm,

ve sen doyduğunu sandın.

Sonra döndün,

elinde yanmış bir geçmiş,

dilin eğilip bükülmüş.

Sözüm ona: “O çabaladı, sen çabalamadın.”

Ama unuttun,

ben enkaza el uzatmam.

Çünkü külden kule olmaz.


O kadın,

kayınvalide mi, ortaçağ büyücüsü mü?

Kıymalı börek gibi ömür,

tuzsuz ama nedense yakıyor.

Asalet mi, bitpazarı mı?

Belki sadece bok rengi pusun içinde bir kanepe.


Ne sanattın, ne serserilik.

Ne aşktın, ne de yalnızlık.

Sadece bir sınır atlama girişimi belki,

beni de yanında taşımaya yeltendiğin.

Ve ben,

bir kurtuluş ararken,

beni birinin sevmesini dileyerek,

kendi kuyumu kazdım.


Şimdi adını bırakıyorum, ağırlığını da.

Düş artık içimden, yolun açık, gölgen arkada kalsın.

Evet, sen hep haklısın...

 
 
bottom of page