top of page

ANTIDISCIPLINARY POETICA

Yeryüzü, kaşınan bir yara,

derisini döküyor zaman,

çatlaktan sızan duman,

önce boğuyor, sonra unutturuyor nefesi.


Yıllardır bekliyorum,

bende hiç doğmamış olanı.

Gökyüzü kırık aynalarla dolu.

Hangisi gerçek yüzüm?

Hangisi külleriyle oynaşan Anka?

Yoksa biz, yanmayı bile beceremeyen

çamurdan suretler miyiz?


Biz, yere çakılmadan duramayan yaratıklar,

tırnaklarımızla birbirimizi kazıyan,

çıplak dişlerle Gaia’nın etini söken yırtıcılar.

Henüz nasıl yaşanır bilmiyoruz,

sadece nasıl avlanacağımızı biliyoruz.

Henüz nasıl sevilir bilmiyoruz,

sadece belki nasıl unutacağımızı…


Deforme yüzler, iç içe geçmiş uzuvlar,

birbirinin içine dolanmış rüyalar—

zamanın delik cebinde

asılı kalan suretler.


Ama şimdi soruyorum!

Hangimiz önce çökecek dizlerinin üstüne?

Kim yanacak, kim kendi küllerini unutacak?

Saatim var, zamanım yok.

Saniyeler listelere sığmıyor,

Karbonhidrat ve varoluş arasında

kışa sıkışmış bir post-modern patatesim.

Midem, büyüyen bir gezegen,

yörüngemden hareketsizce sapıyorum.

İstemek ile yapmak arasındaki kara delik

beni yutuyor, ama pek şikayetçi değilim.

Kaşık elimde, iradem mutfakta mahsur.


Uykular mı?

Derin, dipsiz bir boşluk, 

zamanın çözüldüğü bir çukur.

Rüyalar kara film tadında,

Bilinçaltımın el yazısıyla yazılmış

replikleri unutmuş bir başrol.

Geçmişten çağrılmış figüranlar,

Senaryo kötü, soundtrack fena değil.


Dünya değişiyor, ben dönüşemiyor.

Hızına yetişmek mi?

Daha sabah kahvemi içemedim.

Senin İstanbul’un hâlâ mavi mi?

Deniz, eski bir rüya gibi uzanıyor mu hâlâ?

Kulağına adımı fısıldıyor mu dalgalar?


Benim köyde akşamlar,

dizelerinden düşen ışık gibi

sessizce iniyor ufka.


Hangi sokağın köşesinde unutuldum?

Senin gökyüzün şimdi hangi pencereden düşüyor?

Gülüşün hâlâ aynı mı,

yoksa başkası mı çiziyor yüzüne o eski kıvrımları?


Ellerin üşüyor mu?

Yokluğum sızlıyor mu hâlâ parmak uçlarında,

yoksa dokunmayı da unuttun mu?

Becerebiliyor musun sevmeyi,

yoksa yalnızca yokluğunuzu mu gideriyorsunuz?


Geceleri yıldızlara bakıyorum,

ve bil ki hâlâ göğe bakma durağındayım.

Yürümek mi kurtarır bizi, yoksa beklemek mi?

Üvercinkalar hâlâ kanat çırpıyor mu

şehrin eski sokaklarında?


İstanbul,

sana buradan selam ederim.

Benim evim bu dağların arasında,

ama bil ki her gece şiirlerinde dolaşıyorum.


Bir çocuk,

meçhul bir anıtın önünde bekler gibi bekliyorum,

hangi şairin cümlesinde tamamlanacağımı.

bottom of page