top of page

ANTIDISCIPLINARY POETICA

Bir okul var, kapısı yok.

İçine giren kaybolur, çıkan eksilir.

Sırası gölge, tahtası rüzgâr.

Mürekkebi kandır, harfleri suskun.

Sınav kâğıtları boş,

cevapları göğe saklanmış.


Geceyi sererdim avuçlarına,

uçurumlar üşümesin diye.

Bir rüzgâr esti, heceler paramparça.

Kim sustuysa o gün, biz dağıldık.

– ses bitti, yankısında boğuluyorum,

kapıyı açsana!


Uyku yasaklandığından beri,

gözlerim açık, unutulmuş bir rüya.

Nefesim, yankısı çığlık,

enkazında kayıp bir şehir gibi.

Her şeyin gözü kör değil, uykusuz.


Yakılacak öyle çok kelime var ki bu dilde,

yine sen unut, yine ben hatırlayayım.

Bir avuç suskunluk, bir avuç fısıltı,

savursun, silsin eski dillerin ağırlığını.

Ve ben derim ki: "Aşk varmış

o yanan gölgenin kanadında."


Bir gün fark edersen:

Bu dünya bir rüya,

ve uyananlar çoktan mezun.

Zamanın kırık dökük merdivenlerinden,

Arnavutköy’ün çatılarından,

adımlarını mühür gibi basarak

girdi ruhuma;

Ansızın, vakitsiz, kaçınılmaz...


Sürgünü benim gibi boynunda değil,

rüzgârın içinde taşıdı.

Ormanda kaybolmadı, kendini buldu.

Sincaplar ona sırlarını fısıldadı,

ağaçlar eğildi kulaklarına,

bütün ruhlar onu tanıdı.

Bir şehrin hüznünden,

Ulu ormanın çağrısına...


İstanbul’u bu sefer birlikte terk ettik,

şoför Akif direksiyonda.

Ben pusulamı güneşe çevirmiş,

yeni bir gerçeğin eşiğinde,

bir hayvanın insanı evcilleştirmesine tanık.


O, dünyanın en güzel kedisi,

vaşak yüzlü bir kehanet.

yastığımdaki ağırlığı varoluşumun denge noktası.

Sevgiyle dokunan bir zaman,

karşılıksız bir şefkatin kanıtı.


O bana verilmeyen sevgiyi taşır,

bu dünyanın ödeyemediği borcu..

Bir kedinin içinde,

bütün evrenin bana armağanları.


Coco, sen benim kaosumun düzeni,

hasretimin hediyesi,

kendi evinin efendisi…

Sekiyorum, sekme taşları gibi,

Düzlüğe varacağımı sanıyorum,

Taşların kaderi sanki suyun dibinde yazılı.

Bazen tostçunun üzeri,

Ya da biraz ilerisi…

Düştükçe çukura,

“Burası yolun sonu” diyorum,

Ama yolların da canı var,

Artık benden yana suskun. 


Orman güzel, nefesini esirgemiyor,

Şehir kement gibi boğazlara dolanırken,

Ben göğsüme eski bir tanrının soluğunu çekiyorum.


Ova güzel, fakirliğini saklamıyor,

Yerliler kadim bilgilerini takasa açmış,

Şamanikler çadırda buhar oldu,

Çemberler: “Ya Allah Bismillah!”

Yogacılar virabhadrasana,

Zenginler ‘organik’ diye naylon alıyor,

Bir de yap-satçılar,

Toprağın sabrını harcayıp,

Kötü evlere, iyi paralar…


Ben kiradayım, biraz da sürgün,

Evim artık değil sırtımda, ama gönlüm yüküm.


Aşıklar Yolu ötede.

Günübirlikçiler anahtarla isim kazıyor,

bir gün yanlışlıkla birisi açarsa kapıyı diye.

Adımı yazmam ben ağaca,

Soyadım saklı köklerimde.


Kışın yolları mühürlü.

Güneş doğmaz burada,

Unutulmuş bir zarfın içindeki mektup gibi...


Burası unutulmuşların cenneti.

Ama cennet bazen çürüyen bir hafıza.

Ve ben unutan değil,

Soluduğum her anda hatırlamaya mahkûmum.


Ve bir de sorarım:

Neden bütün tostçular meşhur?

bottom of page